HUŞGELİPSİNİZZZ:) - eski D.bakır

üye girişi
ÜYE OL
kurtlar vadisi karışık
HaCKiNG
Öss - 1 Coğrafya Soru Çözümleri
TARİH
komutlar
matematık video anlatım
günlük burç tahminleri
mp3
kodlar
SAYAÇ
gazete
GALERİ
Html kodları 2
html kursu
Kendi radyonu kur
klavye kısayolları
çok ilgi çeken kodlar
aşk-ölçer
Beyin jimlastiği
tüm istediğin program burda
ziyareççilerre bire bir görüşme
Resimler
dost siteler
şiirler
online video
HaCKeR lıgı ögren
Animasyon kodları
sitenize eklemeniz gerek html kodu
Tasarım
Renk editörü
Buton Setleri
D.bakır proje kodları
=> eski D.bakır
=> D.bekir haritasi
=> Geçmişten bu gune D.bakır
=> D.bakırın tarihi
=> D.bakır tarihi eserleri
=> uydudan çekılmış fotosu
=> nufüsu
=> seyh sayit efendimiz
=> seyh sayit isyanı
=> amed fotoları
=> D.bakırdakı patlama
=> eski amed
=> G.dogunun parisi
=> resimler 2
=> ergani çayönü
=> şampiyon karpuz
=> D.bakır Büyük şehir belediyesi
link verme
Tamİndir Program Listesi
komutlar 2
flash şiir
Link listesi
ayt
SENDE GELECENMMİ!
KÜNYEMİZ
farklı uzantılı msn AL



 

ESKİ DÜĞÜNLER/ŞEHRİYE GECELERİ

Şehrimizde günümüz düğünlerinin anlayışını eleştirmek değildir, amacım. Zaten bu eleştiri hakkını kendimde görsem bile yanlışları doğru bilenleri top yekun karşıma alabilmem mümkün değil. Fakat eski üzere, geleneği yaşatma adına yola çıkanların sergilediklerini onaylamak mümkün mü? Hayır,  onlarca kez hayır.
“ Öpüp başımıza koyduk ekmeği/
Nimet bildik vazgeçmek asla
Biz böyle büyüdük böyleyiz
Ekmek öpülüp başa konulur
Onunla yeminimiz sahihtir ”

 Çünkü dünün düğünlerini bu güne taşımak kolay değildir., oldukça güçtür, emek ister, bu uğraşa şimdikilerin ne sabrı, ne anlayışları kâfi gelir. Yine de dünün maketi olarak önümüze konulan kimi gecelerde canlandırılmak istenen dernek veya vakıfların gecelerinde sahnelenen dün, adım gibi eminim ki anlatılanların kısmen yanlışlığı olmakla birlikte sadece sur içi yaşantının kapsama alanı içinde ilçe ve köylerden uzak, sırça köşklerin beyzadelerinden kalma, anneannelerinin anlatımıyla şekillenmiş, şehri bize tanıtmaktan uzak, zengin alemlerin sadece iç dünyasını yansıtan yapıdadır.      Bilinmelidir ki Diyarbekir,  sadece sur içinden ibaret değildir. Bu şehir, yedi- sekiz ili içine alan etkisiyle bir kültür-sanat-edebiyat-uygarlıkların hüküm sürdüğü, devletlerin yıkılıp, yerine devletlerin kurulduğu, nev’î şahsına münhasır bir şehirdir.

            Hiç kimse kesin sınırlarla “Bu şu şekildedir.” Deme hakkını kendinde göremez. Kesin sınır bırakanlar, dar dünyalarında gördükleri biçimde şekillenen küçelerle ya da semtlerle şekillenmiş eş-dost arasındaki ilişkilerin kötü bir kopyasını “İşte doğrular” diyerek bizi, başkasını yanlışlığa yöneltmektedir.

Biz düğünleri anlatabilmek için önce bazı folklorik motifleri açılım olarak sunma gereğini ihtiyaç olarak görüyoruz.

           Kısaca “Şehriye Geceleri” dersek, meramımız kolaylıkla anlaşılabilir.

     Şehriye Geceleri denilince akla gelen şehriye kesmek midir? Kesilen bunca şehriye ile bulgur pilavını yiyebilmek adına kaç düğüne, mevlide, şenliğe ihtiyaç vardır?

              Kanaatimizce geçim şartlarını zorluğu sebebiyle her aile, hasat sonrası kışlık ihtiyaçlarını temin etme yoluna başvurur. Yetiştiğimiz kadarıyla kıt-kanaat geçinen insanımız zahire olarak, nüfusuna göre ölçek hesabı ile buğdayını alır. Bu buğdayın ekmeklik miktarı beraberinde bulgurluk, kısırlık , düğme olmak üzere buğdaydan oluşan yemekler için lazım olan buğday da hesaba katılırdı. Bazı ailelerin nişasta ile yaptığı helva bile bu hesaplamanın içindeydi. Yeteri kadar buğdayını temin eden ailenin nohut, mercimek, fasulye gibi diğer ihtiyaçları buğdaydan sonra gelirdi. Elbette ailelerin maddi imkanları bundan sonraki ihtiyaçları belirler.

            Bazı okurlar, düğün ile bu tür açıklamanın alakasını kurmakta zorlansa bile sosyolojik biçimde ele aldığımız konunun kesitlerini sunmamız gerekir. Açıkça tahıl ürünleri ile beslenen tümüyle tarıma endeksli bir yaşamın sonucu olarak, buğday insanoğlunun sosyal ilişkilerini belirlemede etkendir, yerine ve zamanına göre.

 Şehriye Geceleri de bu tür sosyal ilişkilerden doğan bir husustur, folklorik bir motiftir. Köy ya da ilçe yaşamında hayatın bazı zamanlarında ortakça hareket etme, ekip-biçme, ürünü kaldırma esnasında zorunludur.    

      Tümü insan gücüne dayanan, teknolojik gelişmelerin 100 yıl öncesinde elbette insan, ilişkilerini sağlam düzeye getirmek, ortak-imece usulünün zorunluluklarına uymakla sorumludur. Bu anlayış içerisinde   nüfusun  sayıca fazla olması da etkili olmanın gereğidir.        Eldekini koruyabilme, topraklarını ekip-biçme, olası saldırılara karşı koyma, otoriteyi sağlama, olmak üzere bir çok etken bu gün kimilerinin anlayamayacağı hususlardır. Vazgeçilmez kan davaları, savaşlar, ölümcül salgınlar da bu sayının çok olmasına katalizör konumunu sağlamaktaydı.

     Ekmeğin temel besin maddesi olduğu ve halen bunun geçerliliğini koruduğu ülkemizde buğday, bereketin sembolü değil midir? Başak, halen kilimlerde, nakışlarda bu geleneğin yansıması olarak görülmekte  değil midir?

Yağmur duaları, halk oyunlarına yansımamış mıdır?         Halk, halen ekmek üzerine yemin içmemekte midir? “Ekmek çarpsın”, dilimizde yemin anlamını taşımamakta mıdır? Ekmeği nerede görürsek görelim öpüp başına,alnına sürmeyen kim vardır? Eğer, belirleyici etken olmasaydı, nimet açısından ekmek de diğer nimetler konumundadır.

             Ninelerimizin kıtlık yıllarında çektikleri sıkıntıları özellikle sofrada kırıntı bırakanlara veya kuru-kenarı yanmış ekmeği beğenmeyenlere anlattıklarını unutmuş muyuz? Kuru ekmeği, ayranına doğrayan ya da suda ıslatıp yiyenimiz kalmış mıdır? Kıtlık yıllarını anlattığında ağlayan anneannem, insanın açlıktan öldüğünü, bir ölçek buğdayın altınlar karşılığı satıldığını anlatırken harp yıllarında karne ile ekmek dağıtımını unutmuş muyuz?

             Arpa ekmeğini beğenmezlik etmenin söz konusu olmadığı dönemlerde has un sadece özel günlerde kullanılırdı.

             Peygamberin (a) arpa ekmeği üzerine buğday ekmeğini katık olarak bırakıp yediğini anlatan anneannem, siz diyerek gözünüzün kör olmasını mı istiyorsunuz tehdidinde bulunurdu.

             Buğdayın yaşantıdaki yerini esas alan inceleme olmadığı için tespitlerimizi burada bitiriyoruz.

Şehriye Geceleri’ne hazırlık için havaların sıcaklığını kaybettiği zaman seçilir. Bu da son bahardır. Hasadın bittiği, ürünün kaldırıldığı,  paranın bollaştığı, zahire hazırlıklarının tamamlandığı, düğünlerin ya da nişanların başladığı son bahar.

            Bu zaman, işin-gücün sona erdiği, herkesin rahatladığı, tarla-bağ bahçe işlerinin bittiği zamandır. Şehriyenin kesimi, bulgur içindir. Bulgur, halen vazgeçilmez mutfağın  temel malzemesidir.

            Ev sahibi kadının birkaç gün önce haber vermesi ile kesim öncesi hazırlıklar başlar. Belirlenen takvim öncesi kaynatılmıştır, buğday. Çeşidine göre öğütülmüştür. Şehriye öncesi hangi eve kaynatılmış tereyağı ekilmiş buğday gönderilmişse hazırlığın haber verildiği anlaşılır.

            Nıkralarla avluda ya da mahalle meydanında taşım taşım kaynatılan buğday, sırasıyla her ev için yapılır.

            Ev sahibi kadın, komşuların ve akrabaların genç kızlarını ağırlamak için hazırlık ta yapar.

            Akşam yemeği sonrası kıvamını bulan hamur için evde en büyük odanın ortasına temiz yaygı serilir. Peyder pey yaşlı kadınların da katıldığı meclis, beş-altı derken onu geçer. Bazen sayı on beşi bulur. Elde uzatılan hamurdan avuç içi kadar parçalar kopartılır. Her birkaç kişinin yanı başında biraz yağ da bulunur. Zaten hamura yağ katılmıştır. Fakat hem kesimin çabuk olması hem de şehriyenin kızartılırken şekli için yağ gereklidir.

            Zaman çoğunlukla beş saati bulur, gecelerde. Parmaklar çalışırken diller konuşur. Genç kızlar, sohbete girmezlik etmez. Yaşlı kadınlar, sözü açar. Anlatılan düne dairdir. Sözlü halk geleneği tıkır tıkır işleyen bir saattir, kıvamını bulduğunda şehriye gecelerinde.

            Herkesin önündeki keseceği hamur belirlenir, bazen. Gecikene ceza verilir, çay içme anlarında ya da ikramlarda. İkram, çoğunlukla karpuzdur, taze pestil-ceviz veya helvadır.

            Sesi güzel olanlar, dışa vurur içindekini. Kalbe giden yolda karşılaşılan her engel, çözülmek, aşılmak istenir, böylelikle. Sevda kılamları dillendirilir, ard arda. Her şey ölçüsündedir, kimse belirlenen kuralların dışına çıkmaz.

            Bazen mizah ön plâna çıkar, tüm ciddiyetiyle.  Kadınlar, anlatır nasıl evlendiklerini. Çeyizlerin düzülmesi tatlı tatlı dinlenilir genç kızlar tarafından. Bir yandan parmaklar şehriye kesmektedir.

            Evden kaçan biri anlatılır, yaşlı olanca. Haklılık payı olsa bile adeta genç kızlara kaçmamaları tavsiye edilir, gizli gizli. Anlatımların bazıları kan kokar, bazılarında   acı duyulur.Yaşananlar birebir özdeşleştirilir, yaşanan hayatla:

”Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla”

            Masallar sevda üzeridir, Kerem ile Aslı ile başlayan.  Siyamed-Hâce’nin ızdırabı dillendirilir, Mem’le  Zin,  konuk edilir, Leyla asırlar öncesinden bu güne taşınır. Herkesin dünyası yoklanır bir bir, tecrübeli olanlarca. Elbet, bilir genç kızlar kimin kimde gönlünün olduğunu. Lakin kelimelerle ifade güçsüz kalır, çoğunlukla.  Nişanlı olanlar saklamaz bazen, içindekini. Onlara imrenerek bakar, gönül kapısı yoklanmayan kimi genç kızlar. Keşke der bazıları istediğime ben de kavuşsaydım. Ve ilerleyen zamanda parmaklar, şehriye keser, durmadan.

            Yüzük oyunu oynanır, çoğunlukla. Bazen içli köfte ile son bulur, kesmelerin nihayeti. İçilen kahve falını yorumlar, meclistekileri tanıyan. Sevenlerin özellikleri vurulur, yüzlerine. Al yanaklar kızarır, alın ter tutar, yürek ritmi hızlanır, utanılır açıkçası. Çünkü, isteyenin kız kardeşinin yanına oturur çoğunlukla genç kızlar. Tecrübe konuşur…

            Bazen vekil kadınlar gelir, gelin adayını yoklamak için. Kız, habersizdir, bu girişimden.  Hamur tutmadan, parmak işleyişten, oturup kalkmadan, gülmekten, konuşmaktan, bir şeyi anlatmaktan tutun her şeyden sınava alınma vardır. Genç kız, habersizdir, bu girişimden. Kimin gönlünde kim varsa bilinir bilinmesine teyyid ettirilmek istenir, usulca. Genç kızlar, tarlada çapa yaparken, mercimek-nohut toplarken, kozasından pamuğu çıkartıp bembeyaz hayaller kurarken konuşur, dururlar iş arasında. Bu yansımalar, akseder gizli konuşmalara. Tatlı bir kıkırdama, tebessüm ya da başını önüne eğip onaylama.

            Birçok kızın evliliği, şehriye kesmeden başlar şehrimizin köylerinde, ilçelerinde dahi şehir merkezinde. Çift bakış, konuşmama, tebessüm ile sınırlıdır, bazen kaçamaklar. Duyan olmasın, adı kötüye çıkmasın diye anne-babanın, ailenin. İşte bundandır, yanık şiirlerin söylenişi, aşka dair kılâmların yakılması.

            Beğenilmişse kız, taraflar yoklar, birbirini; tanımak isterler. Misafirler yollanır, evleri görmek için. Ağızlar aranır. Akrabalardan isteyeni olup olmadığı yoklanır. Her şey eksiksiz olmalıdır, çünkü duyan da olmamalıdır bu akrabalığı. Yarın taraflar uyuşmaz ise dillenmek vardır, sevilmeyen kimselerin arasında. Kusur erkekte aranmaz da kız boynu bükük kalır, yıllarca. Anlaşılmamış ise taraflar, erkek tarafı ağzından söz kaçırmış ise baba zora koşturur erkek tarafını. Razı olmalı, tedbirini almayan taraf.

            Hazırlıkları anlatmaya gerek var mı, bir nişan için? Hepimizin bildiği düğün işte. Akrabalar-eş ve dosta danışılır, karar alınır.  Kırılamayacak, hatırı sayılır olanlar yanında dinî yönden saygın imamla haber verilir.  Yemeklerin hazırlanmış olduğu eve gidilir. Havadan-sudan geçiş sonrası esas meseleye geçilir. Ölçmeler-biçmeler, nihayetinde yerini fatihaya bırakır, tatlı –şerbet yenilmeden önce.

            Kesilen eşya için daha önce anlaşılmış ise de gelenlerin hatırı kırılmaz.  Anne inatçı olsa da erkek çoğunlukla belirtilene razı gelir.  İşin öbür yüzünde yapılan bu düşüş de hesap içindedir. Cemaat, gelenin hatırının kırılmadığını zanneder. Gelen akraba ise çoğu şeye bakılmaz, zaten.

Bir yıla kadar beklenilir. Bu süre askere gidecek için iki yıla da sarkar.  Bazen evlenir, gençler iki ay sonrası askerliğe gidileceği biline biline. Doğan çocuk, tanımaz babasını. Babasını beklemek, çok acı verir geline.  Her geçen gün kahır  yüklü bulutlar olur, gözlerden düşüp nazenin yanaklarından süzülüp dudakta tuzluluk bırakan yaşlar.

                                   

            Düğünlerdeki adetler, şekil olarak aynıdır, yer yer adetler farklılık gösterse bile.

            Günümüzde şehrin zorunlu şartları sebebiyle düğün salonlarında artış kendisini göstermektedir. Gidilen birçok düğün salonunda karşılaşılan manzaralarla gelenek arasındaki kopmaların ölçüsü belirgindir. Ankara havasıyla dansa kalkanların, bilmem kimin bestesiyle pasta kesmelerin, “Allah’ını seven alkış çalsın!..” türü ifadeler, şarkı-türkü ve saz curcunasında kaybolan samimiyet, uzanan birkaç çerez, içilen cola ve haydi takı tören komutu ile yalancı görüntülerde canlandırılan gelenek.  Bazen masalarda izdiham, gelen çoluk-çocuk. Dostların alışverişteki ölçüsündeki tutarsızlıklar, en çok para veya takı takanın böbürlenmesi.

            Elbette mürüvvetini görmek ister, insan çocuklarının.  Bir iki gün süresince harcamalardan çekinmez, insan. Onun için dünyanın en mutlu insanı olmak söz konusudur. Anlatmak istediğimiz, kimin nasıl bir düğün ortaya koyduğu değil, gelenek diye ortaya çıkartılanların acayipliğini sergileyerek, kitaplara bile geçen yanlışlıklara dikkat çekmektir.

            Bu konuyu sayfalar dolusu açıklamalarla doldurup, düğünlerin öncesini, düğünleri ve sonrasını anlatabilirdik.  Şehriye Gecelerini eksen alarak, buğday teması etrafında konuyu faklı boyutlarla ele almak istedik.  Herkesim de bilmektedir ki gelenek düğünleri, salonlara sığmaz, sığamaz. Yemekli, dualı, oyunların oynandığı, yetim ve yoksulun sevindirildiği, çadırların gölgesinde kahvelerin içildiği, yöre giyim ve kuşamının öne çıktığı, günlerce süren, denbejlerin başköşeye oturtulduğu, damadın askerlerinin başına buyruk bulunduğu, kadının, erkeğin ve çocuğun kendine ait yaşantı kurallarını canlı biçimde gördüğü düğünler ...

            Şimdi mahalle düğünlerinde gördüğüm tüm olumsuzluklar, düğün salonlarındaki manzaradan daha bir yakın görünüyor.  Ben ki mahalle düğünlerinin şehirde yapılmasından hoşnut olmayan, bu düğünlere gitmeyen biriyim. Yine de eskiye doğru bir gidiş var.  Mamafih,  neyin ne olduğu bilinmeden. Düğün, sadece müzik değildir. Düğün, sadece çok insanı bir araya getirmek asla. Düğünler,  halkın kendi manzarasıdır, aynası olan düğünlerde kültürünün yaşatıldığını, dünle bugünü birbirine eklemleyip yarını şekillendirmedir. Biz, kalkıp birkaç parçayı, özellikle söyleterek geleneği mi yaşatacağız? Dans pistinde belki halay çekilebilir fakat damla birlikte dakikalarca yapay konu mankeni olmak!.. Biz, böyle gelenek tanımıyoruz. Misafiri yemeksiz göndermek, geleneğimizde yer almamıştır. Gelinlik, beyaz olabilir fakat sergilenen mutlu manzaranın yeri sokak konumunda olan salon değil, aile bireylerinin yanı başı olmalıdır. At üstünde gelin beklemek hayal. Deve üstündeki canlandırma oldukça zor. Arabayı kabullenmek lazım da “Evleniyoruz” yazılı pankart,”Evlen kardeşim , bana mı danıştın!..” dedirtir oldu, insana.

            Gelip, zahmet buyurmadan kart göndererek davete icabet etmeyen biri olarak, düğünlerde ciddiyet istiyorum. Biliyorum, ekonomik sıkıntıları, farkındayız şehirlerde düğünlerin köy –ilçe gibi yapılmayacağını, şehir düğünlerinin artık hikâye olduğunu. Fakat ne yapalım ki doğrular, sadece insanlara ait değil.  Geleneğin de kendisine göre doğruları vardır, yaşayan canlı bir insan gibi.   
 
Bu yazının bir bölümü Halkpel Gazetesinde yayınlanmıştır

Hà©Ķ£¥

Bugün 20722 ziyaretçiögrenci
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol